23 Nisan 2024 Salı

Devrimci Yön

Solda Anjiyo ve Ameliyat - III / Cemal Öztürk

Solda Anjiyo ve Ameliyat - III / Cemal Öztürk
03 Kasım
15:00 2017

Kendini bil”  (Delpoi tapınağında bir yazı)

“Anlamak, sevgilim,  o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.” (Nazım Hikmet)

“Mutluluk anlamaktır”  (Stephan Hawking )

İlim kendin bilmektir”  (Yunus Emre)

 

Bilgeyi, bilgini ve şairi burada buluşturan ortak yön nedir?

***

Evren,  evrimin tabiri caizse doğal olarak embriyonik bir açılımıdır.

Evrim gerçeği, bundan böyle üç düzeyde incelenir:

1. Evren ve evrim(13)

2. Canlıların evrimi(14)

3. İnsan, dil, din ve uygarlığın doğuşu. 

Charles Darwin (1809-1882) bir İngiliz biyologudur. 1859 da yayınladığı Türlerin Kökeni adlı kitabı yayımlandığında evrenin de evrim geçirdiği henüz bilinmiyordu. İnsanın dil, din ve uygarlıkta evrimi konusunda elimizdeki kaynaklar çok dağınıktır.

 Marks’ın sosyolojisi kuşkusuz toplumsal bir varlık olan insan olmanın tarihine birçok önemli katkı yapmıştır. Ama beraberinde getirdiği birçok yanlış ve yanılgıyı da göz ardı edemeyiz.
 

***

Henüz zaman ve mekân yokken yaklaşık 14 milyar yıl önce bugünkü evren tekil bir durumdaydı. Zaman ve mekânın henüz olmadığı bir noktada elbette ısı, ışın, elektron, proton, nötron gibi atom altı parçacıklar, çeşitli etkileşim kuvvetleri, atom, madde, yıldızların hepsi de sonradan evrimin birer doğal açılımı olarak ortaya çıktılar.

Demek ki evren başlangıçta tekil halde bulunan embriyonik bir noktadan ibaretti. Eski mekanikçi maddecilerin sandığı gibi evren ezelden beri değişmez sabit bir yapı değil.

Büyük patlama kuramıyla anlaşıldığı üzere bu gün genişleyen evren modeline ulaştık(15).

***

Evren hakkındaki bu yeni bilimsel keşiflerden sonra eski Yunandan devir aldığımız fizik ile metafizik tartışmaları, kuantum kuramı içinde yeni bir boyut kazanmış oldu

Gerek atom altı parçacıklarda,  gerekse moleküler düzeyde sürekli bir bilişim, etkileşim ve iletişimin mevcut olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Madde, aslında ışığın ( veya enerjinin) değişik formda yoğunlaşmasından başka bir şey değildir. Bir canlı organizmanın embriyonik gelişimine baktığımızda,  genetik bilgi ve bedenlenme olgusu iç içe geçmiştir.

Burada özne ile nesnenin birleşik ve bütünlük içinde olduğu açıktır. Demek ki doğada bilgi ile beden birleşiktir. Fizik ile metafizik de bütünleşiktir.

İnorganik düzeyde de fizkokimyasal etkileşimler,  yine iç içedir. Bunun farkına bir kez insan vardıktan sonra eskilerin idealizm ve materyalizm tartışmaları da bir anlamda aşılmış ve eski önemini yitirmiştir.

***

Dünyamız yaklaşık 4,5 milyar yıl önce yıldızlararası toz bulutlarından oluşmuştur.İnorganik moleküllerden amino asitlerin oluşumu yaklaşık 500 milyon yıl sürmüştür. 3,8 milyar yıl önce tek hücreli prokaryotik canlılar ortaya çıktığı tahmin ediliyor.

Daha sonraki evrim sürecinde ortaya çıkan tüm canlı türleri aynı genetik şifreyi kullanmaktadır. Sadece genomlar farklıdır.

Homo Sapiens’in (akıllı/bilen insan)  ortaya çıkışı yaklaşık 500.000 yıl ve Homo Sapiens sapiens’in (düşündüğünün üstüne düşünebilen insan ) 100.000 yıl öncesine gider. (16)

***

Yukarıda değinilen zamanın kısa tarihi,  insanın bilinç inşasında rol oynayan temel görüngülerdir.  Bu fenomen ya da dinsel bir deyişle bu ayetleri,  ontolojik düzeyde nasıl okumalıyız?  Burada başlıca üç okul çıkar karşımıza.

Birincisi, bizi Tanrıya götüren tasavvuf okuludur. Buna felsefi irfan okulu diyelim. İkincisi, evrim bilimi, doğayı sadece belli sınırlı parçalar üzerinde görebildiği kadarıyla inceleyebilir. Buna salt bilimsel yöntem okulu diyelim. Üçüncü görüş ise yaygın olan geleneksel dinsel mitolojik okumalardır: Tanrı her şeyi yaratmıştır.

Ve geleneksel soyut bir yaradılışı savunanlar,  evrim gerçeğini kendi söylemlerine pek uygun bulmaz. Salt bu nedenle de,  değişik çağlardaki şeriat yasaları arasındaki çelişki ve değişimleri kavramaktan uzaktırlar.

Çünkü tarihsel yorum bilgisindeki çeşitliliğin sebeplerini dinler /mezhepler üstü bir bakış olmadan doğru dürüst kavranamayacağını da bilmezler.

Burada dinler/mezhepler üstü derken insanların inançlarını terk etmesini kast etmiyorum. Sadece bir için o eski zamanların kendine özgü olan görme kusurlarından kurtulmalarını diliyorum.

***

19. yüzyıl Marksizm literatürüne bakılırsa sanki yakın bir gelecekte bütün bir toplumun eski üst yapı kurumlarından (din, hukuk, ahlak, ulusal kültür ve devlet vb.) arınacağı öngörü ve beklentisini görürüz.

Buna karşılık dünya halkları ve ulusları hâlâ farklı din, dil, kültür ve uygarlık içinde yaşamlarını sürdürürler. En azından yeni solun, artık felsefi bir irfan okulu üzerinden toplumu kucaklaması gerekmez mi? Salt bilimsel yöntem söylemleriyle, toplumda yüzyıllardır kökleşmiş olan dinsel mitolojik okumaları nasıl eleştireceksiniz?

Çünkü bilimsel söylemler, toplumdaki hipnotik ayinlere asla nüfuz edemez. Ama felsefi irfan okulu ile dinsel mitolojik okumalar arasında daha uygar ve hoşgörülü bir iletişim dili kurmak mümkündür.

***

Evrim konusu çağımızda yeni felsefi okumaların da doğuşuna yol açtı. Kuantum kuramına göre,  ışığın hem tanecik (maddesel) hem de dalgasal niteliği vardır.

Ancak elimizdeki teknik yetenekler, bir atomun yörüngesi üzerinde dolaşan bir elektronun hem hareketini hem de konumunu (adresini) aynı anda izlememize imkân vermez. [Atom altı seviyede,  bu belirsizlik durumunu ilk ifade edenin adına izafeten Heisenberg’in belirsizlik ilkesi denir.]

Işığın hızı,  saniyede 300.000 km.dir. (c=300.000 km/sn).

E=mxc²  Enerji formülünde m=kütle,  c= ışık hızı

Bu kavramların üzerinde eğer biraz düşünecek olursak; faraza, bir insan ışık hızında hareket etseydi bu kez zaman durmuş olmaz mıydı? Demek ki insanın yaşam ritmi, duyum algısı ve anlama kapasitesi hem mikro,  hem de makro düzeyde sınırlıdır. Bu saptamadan sonra felsefi olarak şöyle bir çıkarımda bulunmak hiç de yanlış olmaz.

İnsan için evrenin yaşı 14 milyar yıl olabilir ama tümel boyutta zaman kavramı da yoktur. O halde evrim kavramı, yaratmanın salt insan gözüyle gözlenmesidir.

Demek ki evrim kuramı bu bağlamda zaman ve mekândaki görüngülerin okumasından ibarettir. Eski filozofların zihinsel sınırları hiç kuşkusuz ki bunun çok gerisindeydi. Ama bin yıllar sonraki bilimsel gelişimin uğrak noktası olması bakımından da onlar, isabetli öngörülerde bulundular.

Mesela bir Demokritos (M.Ö. 460-370), Parmenides’in temsil ettiği tekçilik (monism) ile Empedokles’in çokçuluğu (pluralism) karşısındaki aracılık girişimleri sonucu, “ atom veya bölünmeyen öz” teorisiyle ortaya çıktı. “Yaratılmış, yok olmayan, değişmeyen varlık, özdeksel atomdur. Öz maddeyi temsil eder ve onunla her nesne yapılabilir” şeklinde özetlenebilecek bir görüşle, materyalist doğa biliminin ilk temellerini atmıştır (17).

 Atomcular, atomu maddenin bölünemez en küçük temel birimi olarak tarif etmişlerdir. Bu materyalist düşünce belki 19. Yüzyılda henüz sarsılmamıştı. Ama 1911 de Ernest Rutherfort alfa ışınlarını kullanarak atomun yapısını açıklamak adına birçok araştırma yaptı. Yaptığı deneylerin ışığında atom modelini yeniden tanımlamış oldu. Atomun ortasında nötron ve protonlar ve onun çevresinde dönen elektronları keşfetmiş oldu.

Daha sonraki bilim insanları da standart atom modeli kuramına dek ilerlemeye devam etti. Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Bilimsel paradigmalar değiştikçe bir önceki sistem içindeki doğrular yeniden güncellenir.

İkinci önemli sonuç,  felsefesiz ve öngörüsüz bilim olmaz. Bilimsiz verilerden yoksun olarak da isabetli felsefi öngörüler yapılamaz.

***

Nihilizm, kapitalist üretim ilişkilerindeki sömürüye uygun düşen ideolojik bir söylem olarak daha çok etik değerleri yadsıma eğilimidir. Nihilizm,  niçin ontolojik bir otoritesizliğin ve anlamsızlığın ifadesidir? Çünkü insanlığın kök değeri olan “Tanrı ölmüştür”.  Katil, sakın kapitalizmin “Güç İstenci ” olmasın? Kapitalizmin ve modern zamanların peygamberi olan Nietzsche, Hıristiyanlığın ruhban sınıfına karşı verdiği mücadelede,  bazı yönlerden haklı ve ufuk açıcı olmuştur.

Ancak kendisi bu kez insanın egosunu putlaştırdığından farkında olmadan sistemin azizlik sertifikasını alan post-modern ruhban sınıfını yaratmıştır.

 Onun düşündüğü üst insan kavramının bizim gönlümüzdeki insan-ı-kâmil ile hiçbir ilgisi olmayıp tamamen fanteziden ibaret üstün körü bir insandır.

***

Tarih boyu, bize de musallat olmuş iki parazit ana akım görmekteyiz. 1. Taklitçi dincilik, 2. Çeviri solculuğudur. Mesela,  ibadetinde her gün yüce tanrıyı anan mukallit bir Müslüman, kendi toplumuna düşman sömürgeci zalim güçlere boyun eğerken ve yağcılık yaparken amelleriyle nedense hiç de küfre girmekten çekinmez.

Aynı şekilde tercüme sol fikri savunmak adına: “işçilerin vatanı yoktur”  diyen bir kimseye de bir gurbetçinin duygularını hiç sordunuz mu acaba? Bülbülü koymuşlar,  altın kafese, “ah vatanım demiş!”

Cemal Öztürk

 

KAYNAKLAR

13- a) Joseph Silk, Evrenin Kısa tarihi, Çeviren Murat Alev, Tübitak Yayınları, 1997

       b) Stephen Hawking, Ceviz Kabuğundaki Evren,  Çevirmen: Kemal Çömlekçi, Alfa Yayıncılık                                                            

 14-   http://evrimagaci.org/article/tr/abiyogenez--17-dunyada-yasam-nasil-basladi

15-Kaynak: Türkiye Bilim ve Teknik Dergisi

http://www.bilimteknik.tubitak.gov.tr/content/maddenin-yapisi-0

16-Kaynak: Evrim Teorisi Online

 a)  https://evrimteorisionline.com/category/2-yasamin-baslangici/1-45-milyar-yil-once-     abiyogenez-ve-kimyasal-evrimin-basla  

 b)  https://evrimteorisionline.com/2011/07/01/evrenin-dogusu-ve-ilk-canlilar-bolum-1/

17- kaynak: Felsefe gen.tr:  http://www.felsefe.gen.tr/demokritos_kimdir.asp

 

CEMAL ÖZTÜRK

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz