26 Nisan 2024 Cuma

Devrimci Yön

Süheyl Batum, Enver Aysever ve samandan yazarlar cumhuriyeti / Alper Erdik

Süheyl Batum, Enver Aysever ve samandan yazarlar cumhuriyeti / Alper Erdik
28 Kasım
00:00 2018

 

Prof. Dr. Süheyl Batum, birkaç ay evvel ADD’nin yeni genel başkanı oldu. Seçilir seçilmez de derneğe bir ivme, enerji, güç kattı.

Yönetimden düşenlerin eleştiri adı altındaki ihtiras nöbetleri süredursun, dernek kendine geldi; eş dost, aile meclisi görüntüsünden kurtuldu. Bununla beraber, Süheyl Hoca’dan beklentimiz, Sözcü okuyup bol bol bilinçlendiğini düşünen, Emin Çölaşan’ı, Yılmaz Özdil’i kanaat önderi belleyip Uğur Dündar’dan halk kahramanı yaratan ve bu sayede sıkı bir Atatürkçü olduğunu düşünen bireylere, özelinde üyelerine militan Atatürkçülüğü sunmasıdır. Rejimleri yaşatan, kurumları ve felsefesidir. Cumhuriyet’in kurumları ve felsefesi tasfiye edilirken, Cumhuriyet’i savunmanın meşale taşıyıp Meral Akşener’den medet ummak olmadığını, kitlesine anlatmasıdır.

Bu konuda Batum’un çok yorulacağı da aşikâr. Zira bugün muhalif olduğunu iddia eden kitlelerin, Kemalistler ve sosyalistlerin özellikle, entelektüel seviyesi hiç iç açıcı değil. Muarızlarının geriliğinden oldukça etkilenmiş durumdalar. Bunu ispatlayan pek çok olay yaşandı; ancak ibret verici bir örnek olmasından dolayı, yakın zamanda Süheyl Batum’un odağında olduğu bir tartışmayı ele almak yeterli.

Bilindiği üzere, bu sezon başından itibaren, futbol maçlarında VAR sistemi uygulanıyor. Kendi adıma, 2018 Dünya Kupası’nı izledikten sonra, bu sistem sayesinde, artık hakem tartışmalarının sona ereceğine, güzel ve zevkli maçlar izleyeceğimize kesin gözüyle bakıyordum ki yanıldığımı anlamam çok sürmedi. İnsandır, hata yapar diye hep ılımlı yaklaştığım Türk hakemleri ve onların hamisi Türkiye Futbol Federasyonu siyasetle lekelenmiş karakterlerini yeşil sahaya yansıtmakta gecikmedi. Özellikle Galatasaray’ın maçlarında peş peşe yapılan ve takımın önemli maçlarda değerli puanlar kaybetmesine, maç esnasındaki olaylar sonucunda da pek çok oyuncusunun ve teknik direktörünün cezalandırılmasına neden oldu. Hakemler, “nedense” VAR sisteminden yararlanıp “hata”larını düzeltme gereği bile duymadılar. Hal böyle olunca, “hata”ların bile isteye yapıldığı düşüncesi, haklı olarak gündeme geldi. Başak City olgusu da gözümüzün önündeyken hele…

Tam da bunların üstüne Süheyl Hoca, 6 Kasım’da sosyal medya denilen mecradan bir ileti paylaştı ve bir Galatasaraylı olarak kendi adına eleştiri üretti: “Her kim ki Galatasaray ile Fatih Terim adı yan yana gelince rahatsız oluyorsa, her kim ki ‘adalet ve eşitliği’ her seferinde yok sayıyorsa, özellikle bu iş için kurulduğunu herkes biliyorsa, karşısında 30 milyon Galatasaraylı olduğunu unutmamalı.”

13 Kasım’da ise şöyle dedi: “Fatih Terim, hiç kimsenin duymadığı hakaret nedeniyle 10 maç ceza almış. Ne demiştim? Kimsenin cesaret edemediği ‘pis bir işi’, ‘bizim oğlan yapar’ diyerek, işbaşına getirilen, görevi bitirince de uzatmaları oynayan bir ‘ekibin’ adalet dağıtamayacağını. Doğru değil mi?”

Bu haklı sözler, bazı lobileri de anında harekete geçirdi. Başta ADD’nin devrik öncüleri ve Fenerbahçeliler Hoca’ya saldırmaya başladılar. Kendisinin ve Galatasaray’ın FETÖ ile iltisaklı olduğu gibi bir deli saçmasıyla piyasaya çıktılar. Yukarıda yazılanların bununla elbette hiçbir ilgisi yoktu; ama kimin umurunda? Maksat Batum’u karalamak ve Galatasaray’a yapılan operasyonu meşrulaştırmaktı.

Politik iktidara ve Tüpçülere yönelik yapılan değerlendirmeler, kimi niye rahatsız etti peki? Ya da şöyle diyelim: 2011’de kazanılan şaibeli şampiyonluğun tarafları, şike davasından FETÖ kumpası diyerek paçayı yırtanların dostları mıydı acaba Süheyl Batum’a çamur atanlar?

Evet, öyleydi ve hak ettikleri cevabı da verdi kendilerine Hoca: “Bunları kendi adıma yazıyorum. Dernek adına değil. Ama biz Atatürkçüyüz. Doğru ‘olanı’ söylemekten çekinmeyiz. Türk Ordusunun yarısı içeri atılırken, Fetöcü savcılarla tavla oynayan, halı saha maçı yapıp, işler terse dönünce Atatürk'ü hatırlayanlarla bir tutmasın bizleri kimse.”

Batum, bunlar şunlardır, demedi elbette; ama muhataplar kendilerini iyi biliyorlardı. Gocunmalarının mantıklı bir izahı vardı.

Bunlar şimdilik burada dursun ve biz, dönemin Galatasaray başkanı Ünal Aysal’ın 3 Temmuz’a ilişkin “Bu ateş üfleyerek sönmez.” vecizesinde somutlaşan sürece bir bakalım.

Bütün ülkenin pek temiz bir adam olmadığını düşündüğü Aziz Yıldırım, o yıllarda her şeyde olduğu gibi, arkasından yine Fethullahçıların çıktığı bir davadan tutuklandı, hapis yattı. 17-25 Aralık sürecinden sonra da iktidarın siyasi manevraları dâhilinde, tıpkı Ergenekon ve Balyoz mağdurları gibi, bu işten kurtuldu. Bugün her şey tersine döndü. Artık yargılayanlar yargılanıyor. Ancak bu şike konusu bütün gizini koruyor. Evet iddianameyi Fethullahçı çete hazırladı, evet deliller yasalara uygun toplanmadı; ama hiç kimse de Fenerbahçe’nin başkanının bazı kulüp başkanlarıyla yaptığı telefon görüşmelerindeki “tarla sürme sohbeti”nin ne olduğunu anlayamadı. Yıldırım’ın sağa sola neden para yolladığı konusu aydınlanmadı.

Bir dönem internetten bulup okumak mümkündü, şike davası iddianamesinde geçen olay ve kişilerin (ülkücü mafya, teknik direktörler, futbolcular, başkanlar…) bağlantısı oldukça karanlıktır. Yasalara göre hemen küme düşürülmesi gereken Fenerbahçe’nin, birbirine düşman dört partinin uzlaşısı ile ligde tutulması şaşırtıcıdır. Şu an cumhurbaşkanı olan kişinin burada taraf olup şampiyonluk kupasını Trabzonspor’a verdirtmemesi enteresandır. Daha çok şey var söylenecek; ama bunların hiçbiri konuşulmuyor ve konuşulmayacak. Görüyorsunuz, birisi kendi takımının savunusunu yaptığı için bile FETÖcü ilan ediliyor bu ülkede artık; akılcılık, eleştiri, soğukkanlılık, dürüstlük, namus hak getire.

Ancak üzülerek söylüyorum ki, bu ilkelerle yapılacak tartışmayı da en başından engelleyen, solcu olduğunu iddia eden ve vaktiyle ülke matbuatında “bir şekilde” köşe kapmış Fenerbahçelilerdi. Onlara göre, Fenerbahçe, rejimin dönüştürülmesi sürecinde bir engeldi ve aşılması gerekiyordu. Burada da bakın, yine Batıcı-laik siyaset hastalığının etkileri görülüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri ve geleneksel beyaz sermayedarlarla hemhal olan iş adamlarından -ki bunlar bugün hükümetin yörüngesindedir- oluşan Fenerbahçe yönetimi, Fethullahçıların hedefindedir; çünkü bunlar Cumhuriyetçidir ve laiktir. Bunlar suç işlemezler, tertemizdirler. 

Bunlar o kadar “özgün” tezlerdi ki, Aziz Yıldırım’ın da dayanağı oldular. Hapiste Cübbeli denilen adamla dost olan hazret, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti, memleket meselesi gibi söylemlerle kendisine bir savunma pozisyonu teşkil etti. Bunları inanarak söylemediğinden adım kadar eminim.  Ama Türkiye solcusu inanır, inandı. Şikecilikten hapse giren adam, kahraman yapıldı.

Yıldırım’ı kahraman yapanlardan biri de Enver Aysever’di. Bunlar tam ona göre işlerdi. Aydın Doğan’ın ekranlarından “aykırı”lık yaptığı dönemlerde, başkanını dilinden hiç düşürmedi. Aksi ihtimali, objektif yayıncılık gereği bile hatırlatma gereği duymadı. Bugüne gelirsek, yıllar geçti, Enver Aysever, “aykırı”lığa devam ediyor hâlâ; bu kez koskoca Cumhuriyet’te hem de. Köşesinden, Süheyl Batum’a saldıran “solcu” Fenerliler arasına katılmayı da ihmal etmedi elbette.

25 Kasım’da şöyle demiş: “Eskiden takım tutmanın lezzeti vardı. Adına ‘endüstriyel futbol’ denen acayip eğlence biçiminden uzağım. Bile bile lades! ‘Şike var mıdır’ sorusu ahmakça gelir bana. Bunca büyük paranın, iktidarın, şöhretin olduğu yerde mafya da olacak, şiddet de, kuşkusuz şike de!”

Ne kadar akil bir adam değil mi kendisi? Para varsa şike de vardır, diyor. Yıllarca şikecilik iddiasıyla yargılanan adamı şikeci değil, diye savun; şimdi her şey olabilir, de. Tabii bunu bütün kulüplerin eşit derecede suçlu olabileceği alt metniyle söylüyor bize. Aziz Yıldırım da böyle yapmıştı hatırlanırsa; ilk duruşmada konuşacağım, yer yerinden oynayacak deyip, asıl şikeci Galatasaray’dır, gibi saçma iddialar dile getirmişti.

Yazı şöyle sürüyor: “Artık ayak topu oyunu siyasal iktidarın dilini olduğu gibi kullanıyor. Görgüsüzlük, kuralsızlık (hukuksuzluk) egemen! Babamın kahramanı Lefter’di, benimki Selçuk Yula. Artık Başakşehir devrindeyiz. Arda Turan, Emre Belözoğlu bayağılığına, sığlığına mahkûmuz! Betondan şehrin takımı da böyle olur işte...”

Sanıyorsunuz ki aklı başında laflar edecek yazar; ancak bunlar, az sonraki çamura zemin hazırlama cümleleri.

Devam ediyor ve adeta kusuyor Aysever: “Şaşkınlığım Süheyl Batum’a. Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı’ndan ağırbaşlı olmasını bekleriz, temsil ettiği kurumun adı değerli. Sanki bu yazdıklarımı bilmez gibi, koca Profesör Fatih Terim savunusu yaptı. Kimdir Terim? RTE tarafından adına stat açılmış biri.”

Süheyl Batum, Halk Tv’de katıldığı bir programda, konuyla ilgili olarak gerekenleri söyledi. Fatih Terim’in şahsını, kişiliğini, karakterini savunmak gayesinde olmadığını; ancak vicdanlı bir Galatasaraylı olarak Terim’in ve kulübünün uğradığı haksızlığı dile getirdiğini söyledi. Bu programı izlemek de gerekmiyor ki bunu idrak edebilmek için, Hoca’nın hangi paylaşımında Fatih Terim’le ilgili olumlayıcı bir söz var?

Fatih Terim, adına stat açılacak belli başlı futbol adamlarından birisidir bu arada. Ama geçelim. Peki, Aysever’in itirazı neye? Gerçekten neye? Elbette ki Süheyl Batum’un, “Fetöcü savcılarla tavla oynayan, halı saha maçı yapıp, işler terse dönünce Atatürk'ü hatırlayanlar”a ilişkin sözlerine. Bunlar kim peki; ben bilmiyorum. Aysever iyi biliyor ki sinirlenmiş.

Laf açılmışken kendisiyle ilgili bir iki söz etmek de gerekiyor galiba. Bir süre önce de yine mantık yoksunu cümlelerle arabesk müziğe laflar etmişti, Müslüm filmini kendine zemin yaparak.

1 Kasım’da şunları yazmıştı: “Geçende bir film gösterime girdi, adı ‘Müslüm’. Baktım herkes nasıl da övgüler düzüyor filme konu olan Müslüm Gürses’e. Elbette popüler kültüre ait, acılı yaşam süren birinin yaşamı film olabilir; ancak, Müslüm’den Pavarotti yaratmaya kalkmak da neyin nesi? Arabesk sanatın çukurudur, ülkedeki kültürel tükenişin en net örneğidir. Herhangi bir estetik değeri yoktur. Bağıra çağıra söylenen o berbat sözlerle ortaya çıkan gürültüye müzik muamelesi yapmak gerçek sanatçıya/müziğe ihanet değil de nedir?”

ABD’yi Afganistan’a bomba yağdırıyor diye öven Fazıl Say’ın yoldaşı Aysever’den de ancak bu sığlıkta bir yorum gelebilirdi ancak arabeske. Gerçek sanatçıya ihanetmiş arabesk! Cnn Türk’e popçuları çıkartıp insanlara dinleten adamın ettiği laflara bakın hele; dinime söven Müslüman olsa. Açıktır ve nettir: Batıcı-laikçi ideoloji siyasetin çukurudur, ülkedeki solculuğun tükenişinin en net örneğidir. Enver Aysever’in yazdıklarının da gerçeklik bağlamında ve estetik düzlemde hiçbir değeri yoktur. Bu ve benzerlerinin o berbat tezlerle teşkil ettikleri şeylere edebiyat ve siyaset muamelesi yapmak gerçek yazara ve düşünüre ihanet değil de nedir?

Ama bu ülkede böyle yazar olunuyor işte. Bunlar her dönem sırtını dayayacak ufak da olsa bir kitle bulup geri kalan herkese söverler ve bundan da ekmek yerler. Aysever’in yazılarını, kitaplarını okudum; programlarını izledim. Kendisinde üst düzey bir ışığa, yeteneğe, parlaklığa rastlayamadım. Hele ki Orhan Gökdemir’le birlikte yazdıkları kitapta, siyaseten bu kadar cahil olmasına şaştım kaldım. Ama sorun şu ki, Aysever, her devirde gemisini yüzdürüyor; peki bu iş nasıl oluyor?

Düşünün; Sky Türk’te, Remzi Kitabevi’nde, Cnn Türk’te, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde, Doğan Kitabevi’nde, BirGün’de, Cumhuriyet’te, Halk Tv’de, Tele 1’de, Tekin Yayınevi’nde… Her yerde karşınıza çıkabilir Enver Aysever. Aysever’in nasıl bir politik hattı vardır ki hem büyük sermaye kanallarında hem “solcu” yayın organlarında peş peşe veya aynı anda yer alabiliyor? Var mı bu işe aklı eren?

Hadi kendisinin keskin bir çizgisi yok diyelim; peki bu organların muhatapları nasıl onun alıcısı oluveriyor? Bu ülkede başka hiç mi eli kalem tutan, ağzı laf yapan insan yok da dönüp dönüp bize aynı kişiler sunuluyor, okutuluyor?

Cumhuriyet’te, Aydınlık’ta, BirGün’de yazanlara bir bakın; bunların yarısı, vaktiyle Aydın Doğan’ın kucağında evcilik oynuyorlardı. İşler tersine dönünce “sol”a sığındılar. Tabii ne hazin, “sol” da zaten yıllardır onları bekliyormuş. Bu kadar mı aciziz, çaresiziz biz? Enver Aysever olmasa boş mu kalacaktı acaba Cumhuriyet’in o köşesi?

Sadece o mu; Yazgülü Aldoğan bir yerden, Ayşenur Arslan öbür yandan, Mine Kırıkkanat beri taraftan… (Perihan Mağden’e falan etmeyelim biz artık. Hakkıdır onun yazmak çizmek.) “Bizim taraf” bize elli senedir aynı isimleri okutuyor, “dışarıdan” kimseye yer açmıyor.  Oligarşik bir yapı kurmuşlar. Buralarda yazmak için “solculuk” yetmiyor; başka şeyler gerekiyor.  Lobilerle içli dışı olmak, ilkeleri dolaba saklamak, bazen öyle bazen böyle söylemek lazım geliyor.

“Samandan insanlar” koymuş son alıntıyı yaptığımız yazısının başlığını Aysever.

Samandan yazarlar cumhuriyetinde yaşadığımız için, hiç kimse çıkıp da Süheyl Batum’u savunamıyor. Yazarlarsa çünkü, naylondan solculuklarına, naylondan muhalifliklerine, naylondan yazarlıklarına zarar geliverir; bunu da iyi biliyorlar.

Bu düzen değişmeli, değişecek.

Alper Erdik

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz