28 Mart 2024 Perşembe

Devrimci Yön

40 Yıl sonra hâlâ kanayan yara: Kahramanmaraş (II) / Ali Rıza Özkan

40 Yıl sonra hâlâ kanayan yara: Kahramanmaraş (II) / Ali Rıza Özkan
20 Aralık
00:00 2018

 

23 Aralık bir cumartesi günüydü. Sabahın ilk saatlerinden itibaren, Belediye hoparlörlerinden kışkırtıcı yayınlar yapılmaya başlanıyordu.

 

Bu anonsları durdurmaya giden Yüzbaşı Bülent Engin’in tutanaklara geçen ifadesinde “23. 12. 1978 günü, saat 08.00’e doğru askerlerin Belediye hoparlöründen tahrik edici yayın yapıldığını bildirmeleri üzerine şehrin çeşitli kesimlerinde yer yer dumanlar görüldüğünü ve silah seslerinin gelmeye başladığını; yakındaki belediye binasına giderek yayın odasına girdiğini; etrafta bulunanlara, ‘Bu yayını kim yaptı?’ diye sorduğunda, bilmediklerini söylediklerini; saat 10.30’a doğru sokağa çıkma yasağı konulduğunu ve orada bulunan polis memurunun sokağa çıkma yasağına ilişkin Valilik emrini daha önce getirdiği halde yayın yapmadıklarını kendisine söylediğini; orada bulunan memurlara sorduğunda, ‘Şu anda Belediye Başkanı uyuyor, onun emri olmadan yayın yapmayız’ dediklerini, bunun üzerine Belediye Reisinin iznine gerek olmadığını, sokağa çıkma yasağı duyurusunun 10 dakikada bir yayınlanmaması halinde yayın odasına el koyup yayın yapmayanları tutuklayacağını söylemesi üzerine duyurunun belediye hoparlöründen yayınlanmaya başladığını” belirtiyordu.

 

Artık, geç kalmış sokağa çıkma yasağının katliamı önleme gücü yoktu. Saldırganlar Yörükselim, Mağaralı, Serintepe, Yusuflar, Dumlupınar, Yeni Mahalle, Sakarya, İsadivanlı, Duraklı, Namık Kemal semtlerinde daha önce belirlenmiş evler başta olmak üzere, çoktan önlerine çıkan her şeye yakıp yıkmaya, masum insanları katletmeye başlamışlardı. Saldırgan güruh öylesine öfkeliydi ki, Çarşı Karakolu, Sağlık Müdürlüğü ve YSE binaları da tahrip ve yağma edilmekten, yaralıları taşıyan Devlet Hastanesi ambulansı şoförü de katledilmekten kurtulamamıştı.

 

Öldürüldükten sonra üzerine benzin dökülerek yakılan cesetler, öldürülüp derelere atılan çocuklar ve kadınlar, yakılan evlerin içerisinde tanınmaz durumda kömürleşmiş insanlar ateşi halâ sönmeyen korkunç bir yangının belgeleriydi. Öfkesi istismar edilmiş bilinçsiz bir kalabalık, kendisini Türk milliyetçisi olarak adlandıran, ancak ABD’nin maşası olduğu kuşku götürmez bir taşeron örgütün elinde kendi öz kardeşlerine karşı kıyıma zorlanmıştı.

 

Sovyetler Birliği ile giriştiği hegemonya yarışında önüne ne gelirse zorbalıkla yok eden ABD, Türkiye’de de Alevileri ve Alevilerin yaşadığı yerleşim bölgelerini “tehlikeli alan” ilan etmişti. Alevilerin ABD’ye karşı bir muhalefeti destekleme ihtimali Kahramanmaraş, Sivas, Çorum, Malatya, Elazığ, Erzincan gibi illerde sindirme ve yok etmeye dönüşen kışkırtmaların eyleme dökülmesine yol açıyordu.

 

ÖKKEŞ KENGER’İ KİM KURTARDI?

Maraş katliamında hazırlanışından sonuna kadar bir numaralı fail olarak, daha sonra soyadını Şendiller olarak değiştiren ve Refah Partisi’nden milletvekili seçilen Ökkeş Kenger’in adı geçiyordu.

 

Referandum döneminde Kahramanmaraş’ta büro açarak, halkın “Evet” oyu vermesi için kampanya yapan eski MHP, sonra Refah, son dönemde ise AK Partili Ökkeş Kenger, 4 Ocak 1979 günü teslim oluyordu.

 

Kendi el yazısı ile yazdığı ifadesinde Kenger, “Ülkücü Gençlik Derneği Kahramanmaraş şubesi çaycısı olduğunu, 18.12.1978 Pazartesi günü dernek ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere’nin Birinci Başkan, sanık Mehmet Leblebici ile görüştükten sonra, halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanı sağlamak için solcuların attığı süsü verilerek  tahrip gücü az bir dinamitin sinemada atılması için Mustafa Tecirli ile kendisine emir verdiğini, saat 15:00 de Şekerli Camiinin tuvaletine giderek bir beze ve ayrıca bir gazete parçasına sarılarak kağıt torba içine konmuş olan ve 10 cm uzunluğunda siyah fitili bulunan dinamiti alarak Boğazkesen Camiinde Mustafa Tecirli’ye Salı günü getirmesi için verdiğini, saat 20:10 da sinemaya giderek Mustafa Tecirli tarafından beklemesi söylenen sanık Yunus İlhan’a dinamiti verdiklerini, saat 20:45 sıralarında ara verildiğinde patlamanın olduğunu, halkı tahrik etmek için ‘Kanımız aksa da zafer İslamın, kahrolsun komünistler’ sloganların atılmaya başlandığını, belediye arabası ile daha önceden getirilen ve eski Büyük Ülkü Derneği’nin arkasına bırakılan 50 cm uzunluğunda yuvarlak sopaların sinemada bulunan grup tarafından alındığını” belirtiyordu.

 

22.01.1979 tarihinde sanıklardan Yusuf İlhan’la polis tarafından yapılan yüzleştirmede alınan ifadesinde ise, “Çiçek sinemasına götürülen sanık Ökkeş Kenger’in sinemanın üst balkon kısmına girişte sağ tarafta kadınlara mahsusu tuvaletin önüne giderek “dinamiti Yunus İlhan’a burada verdim, kendisini ondan sonra görmedim, dinamitin patladığı sırada bende balkonda idim” diyordu.

 

Ancak, aynı gün Ökkeş Kenger’in yaptığı bir görüşme sonucunda Kenger’in ifadelerine “sihirli bir el” değiyordu! Bu sihirli el, Sıkıyönetim Komutanı tarafından 18-22 Ocak tarihleri arasında yapılan yüzleştirme sonucu alınan ifadelerin tutanağa geçme tarihi olarak 4 Nisan 1979 tarihini atıyordu. Böylece tutanakların resmi evrak vasfı kaybediliyordu.

 

22 Ocak günü Ökkeş Kenger ile görüşen şahsın Hergün gazetesinden bir yetkili olduğu söyleniyordu. Rastlantıya bakın ki, Hergün gazetesinin başyazarı Enver Altaylı’dır, yani Türkiye’de kontgerilla mensuplarını ve ülkücü komandoları eğiten Ruzi Nazar’ın talebesi Altaylı! CIA ile “tanışıklığı”nı inkar etmeyen Enver Altaylı’nın kontrgerilla bağlantıları nedeniyle, Hergün gazetesinde Ökkeş Kenger’e ulaşabilecek tek kişi olduğu açık. Bu durumda, Ökkeş Kenger’e akıl hocalığı yapan kişinin Enver Altaylı olup olmadığı sorusu daha da önem kazanıyordu. Enver Altaylı’nın bugün CIA ve FETÖ bağlantıları nedeniyle tutuklu olduğunu da ekleyelim!

 

DAVANIN “HAMALLARI”

Aydınlık gazetesi ve Türkiye İşçi ve Köylü Partisi yöneticileri Kahramanmaraş halkının uğradığı katliamın sorumlularından hesap sorulması için tüm güçleri ile çalışıyorlardı. Öyle ki, ülkücülerin yayın organı olduğu iddia edilen, CIA destekli Enver Altaylı’nın yönetimindeki Hergün gazetesi iddianamenin TİKP tarafından hazırlandığını iftirasını yayıyordu.

 

TİKP üyesi avukatlar Barış Yiğit, Ali Kalan, Nusret Senem ve Emcet Olcaytu ile beraber çalışan onlarca hukukçu Kahramanmaraş’ta sahneye konulan kışkırtmanın asıl faillerinin bulunması için yılmadan çabalıyorlardı. Bu avukatlardan Halil Güllüoğlu, Ahmet Albay ve Ceyhun Can dava sürerken uğradıkları saldırılarda öldürülüyorlardı.

 

Usta gazeteci Örsan Öymen’in avukat Nusret Senem’le yaptığı ve Milliyet gazetesinde yayınladığı  söyleşi:

 

Örsan ÖYMEN: Maraş’ta meydana gelen olaylar Alevi-Sünni çatışması mıdır?

 

Avukat Nusret SENEM: Aralık 1978’de meydana gelen Kahramanmaraş Katliamı, çok sayıda Alevi vatandaşımızı hedef almakla birlikte, kesin olarak bir Alevi-Sünni çatışması olarak, bir mezhep çatışması olarak nitelenemez.

 

Bu olayı, 1970’li yılların siyasi gelişmeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nin 12 Eylül 1980 öncesinde ülkemizi istikrarsızlaştırma, halk kitlelerinin kurtarıcı arar hale getirilmesi ve ülkenin darbe ortamına sürüklenmesi operasyonlarında kullandığı kontr-gerillanın ve onun siyasi örgütü gibi faaliyet yürüten zamanın MHP’sinin, yan kuruluşlarının, iktidar olarak kalmasına asla tahammül edemedikleri solcu Ecevit Hükümetini devirmeye yönelik, isyan hareketi olarak görüyorum. Katliamın, Alevi vatandaşlara yönelmesinin temel sebebi, Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren Mustafa Kemal’in aydınlanma hareketini ve CHP tarafından kurulmuş solcu hükümeti desteklemeleridir.

 

Nitekim, Kahramanmaraş katliamı davası kararına bakıldığı zaman görülecektir; yargılamayı yapan Sıkıyönetim Mahkemesi de katliamı, doğru olarak; “Hükümete karşı silahlı isyan” ve “Türkiye ahalisini birbiri aleyhine kıtal’e teşvik ve bu teşvik neticesinde kıtal’in meydana gelmesi” olarak nitelemiştir. Bu uğurda yürüttüğümüz mücadele, Mahkeme ve Askeri Yargıtay kararında da önemli bir etken olmuştur.

 

ÖYMEN: Katliam 5-6 gün boyunca sürdü. Uzun sayılabilecek bu süre içinde güvenlik güçleri katliamı niçin önleyemedi? Bu, faşistlerin üstünlüğünden mi, güvenlik güçlerinin taraf tutmasından mı kaynaklandı?

 

SENEM:  Bu saldırıların önlenememesi ihtimalini düşünmüyorum. Hükümeti devirmek isteyen, İçişleri Bakanı’nın kellesini isteyen ve katliamı yapan güçler, devlet güvenlik kuvvetleri içine de yuvalanmış, ABD’nin kontrol ettiği ve kullandığı güçlerdir. Yasadışıdırlar.

 

Nitekim, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, bu güçlerin, darbe ortamı yaratılması için, olayları planladıkları ve katliamın boyutlarının büyük olması için çalıştıkları anlaşılmıştır. Ancak, güvenlik kuvvetlerinin esas gövdesi, yukarıda da açıkladığım gibi, yasadışı organizasyonlarla ilişkide olmamıştır. Hatta isyan eden saldırgan güçlerin hedefi olmuşlardır. Katliamı, bu yasal askeri kuvvetler bertaraf etmiştir.

 

ÖYMEN: Katliamdan önce gerçeklesen bazı saldırı ve cinayetler, Maraş’ta bir katliam olacağının belirtileriydi. Maraş Valiliği, Emniyeti, İstihbaratı neden önceden önlem almadı?

 

SENEM: 15 Nisan 1978’de ortaya çıkarılan ETKO örgütü, birçok provokasyon aleti ile -üzerinde, hangi MHP’linin ev ve işyerine atılacağı yazılı bombalarla- yakalandılar. Bu örgüt militanları, Adana Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde, bizlerin de müdahil vekilleri olarak katıldığımız davalarda ağır cezalar aldılar. Şahin Boru, Muhittin İlhan, Ahmet Bağcı adli sanıklar hatırlanabilir.

 

Bu kişilerin yakalanması, katliamın ve silahlanma faaliyetlerinin sekiz ay kadar ertelenmesine neden olmuştur. Olayların öncesinde Maraş polisinin etkin çabası, bütün sağ partilerin yoğun saldırılarıyla karşılaştı. Ecevit hükümeti ise, dirayetli bir tutum izlemek yerine, ülkücü saldırganları yatıştırmaya çalıştı. Yaptıkları yalan propagandadan yılgınlığa kapıldı. Aleni olarak yapılan katliam hazırlıklarını dahi görmezden geldi. Olay olmasın diye adeta dua eder duruma düştü.

 

Bu sebeplerle, olayların önceden bilinmediği, hazırlıkların tespit edilemediği görüşü gerçeklerle bağdaşmıyor. ETKO soruşturması, Yüzbaşı M. Ali Çeviker ile Ökkes Çokuçkun’un, Kahramanmaraş’ta silahlanma faaliyetinde bulunduklarına ilişkin bilgiler ve daha onlarca olgu, emniyet güçleri tarafından bilinmektedir. Ancak, siyasi iradenin zaaf içinde oluşu nedeniyle, katliam bağıra bağıra gelmiştir.

 

ÖYMEN: Katliamda yaşamını yitirenlerin ve yaralananların öyküleri acıklıdır. Bunlar içinde sizi en çok etkileyen olay hangisidir?

 

SENEM: O tarihte, insanların kanını donduran vahşet örnekleri vardır. Maraş’ta yaşananlar, tarih kitaplarında okuduğumuz bu tip olayların çağımızda da, irtica ve faşist ideolojiden etkilenen kişiler tarafından, olanca acımasızlığı ile yaşatıldığını gösteren ve asla son olmayan örneklerden birisidir.

 

Musa Suna’nın gelini Esma Suna, karnında 8 aylık çocukla kurşuna dizilmiştir. Doktorlar, anne karnındaki 8 aylık çocuğun da kurşunlanmış olarak çıkarıldığını otopsi raporunda belirtmişlerdir!

 

Bir gözü kör olan, 90’lik Cennet Çimen’in diğer gözü tornavida ile oyulmuştur. Sonra vurularak öldürülmüş ve ayaklarına araba tekerleği geçirilerek, başının üzerine tuvalet çukuruna dikilmiştir! Kurşunlanarak öldürülen 11 yaşındaki Ali Traş’ın, kol ve bacakları kesilerek, kazana konup yakılmıştır!

 

İbrahim Bilmez’in iki gözü görmeyen ve akıl hastası oğlu Ali Bilmez kurşunlanarak öldürülmüştür!

 

Sanık Faruk DOGRUBAKAN ve Haydar TUT, mağdur Kemal Yıldız’ı bir tepeye çıkarmışlar ve işin zevkine varmak, iyi nişancı olduklarını göstermek için, arkasından ateş etmişlerdir!

 

Müfettiş Süleyman Metin’i öldürenler, karisi ve çocuklarının, cesedinin üzerine atılıp ağlamalarını alkış tutarak, kahkahalar atarak alaya almışlardır!

 

Bu olayların, din adına yapıldığı iddialarını doğru bulmuyorum. Bu davranışları savunan bir ahlâk ve din olacağına inanmam mümkün değildir. Bu vahşetin sergilenmesinin ancak kontr-gerilla teorisinde yeri vardır. ABD’li kontr-gerilla uzmanlarının yayınlanmış kitaplarında, halka yapılacak vahşetin derecesinin büyüklüğü, halkı gerilladan uzaklaştıracak önemli bir kontr-gerilla taktiği olarak övülür.

 

ÖYMEN: Katliamla ilgili ilginç aniniz var mı?

 

SENEM: 1979 Haziran ayında başlayan duruşmalar, 8 Ağustos 1980 günü kararla neticelendi. Duruşmalar sırasında, asla unutamayacağımız olaylar yaşadık. Burada acı bir iki anıya yer vermekle yetinelim. Adana’da herkesin, efendiliği ve bilgisi ile üzerinde saygı uyandırmış olan Av. Halil Sıtkı GÜLLÜOGLU öldürüldü. Adana Kapalı Spor Salonunda süren duruşmalar sırasında, sanıklar tarafından linç edilmekten son anda kendi çabası ile kurtulmayı başaran Halil abi, evinin önünde, arabasına bindiği sırada, ülkücü saldırganların kurşunlarına hedef olarak yaşama veda etti. Onu asla unutamam.

 

Av. Barış Yiğit, Av. Ali Kalan, Av. Nusret Senem, Av. Emcet Olcaytu duruşma salonunda sayısız kez saldırıya uğradıktan sonra, mahkeme, kapalı salonun müdahil kürsüsünün hemen yanında bir merdiven kurdurdu. Spor salonunun tribünlerine çıkarak saldırıları defetmiş sayıldık. Bir kara mizah örneği olarak anımsarız.

 

Biz, bu dava ile bir hukuk cephesi açarak mücadele ettik. Ancak çok üzülerek söylemek gerekirse, solun 49 parçaya bölünmüş diğer kesimleri ve bazı sol çevreler, bu kavgayı sürekli küçümsediler. Bu mücadele, aslında tehlikeli ve zor işti. Ölüm göze alınarak sonuna kadar gidilmişti. Av. Ahmet Albay, Av. Ceyhun Can, Av. Halil Güllüoğlu bu davadaki rolleri nedeniyle, o günlerde katledildiler. Onları minnetle anıyorum.

 

Mağdurlar, ölenlerin yakınları, son dakikaya kadar bizleri desteklediler. Onlarla, adeta tek yürek gibiydik. Olağanüstü zor ve tehlikeli günleri omuz omuza yaşadık ve başardık.


Ali Rıza Özkan

GERCEKEDEBİYAT.COM

Facebook'ta Sol İtiraz