6 Aralık 2024 Cuma

Devrimci Yön

Aleviler takiyye yapar mı? / Ali Rıza Özkan

Aleviler takiyye yapar mı? / Ali Rıza Özkan
26 Aralık
00:00 2018

 

Aleviliği İslâm dışı olarak iddia edenlerin bir tezi de, Alevilerin takiyye yaptığı yönündedir. Onlara göre, “Aleviler İslâm içerisinde kendilerini göstererek hayatlarını, mallarını korumuşlardır. Ancak, asla İslâm’ı kabul etmemişlerdir.”

 

Almanya’da faaliyet gösteren Türkiye Araştırmaları Merkezi (TAM) 2007’nin son günlerinde, Köln’de Müslüman sivil toplum örgütlerini biraraya getirdi. İslam Konseyi (Islamrat) Başkanı Ali Kızılkaya, İslam Kültür Merkezleri Başkanı Mehmet Yıldırım ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Erol Pürlü’nüm katıldığı toplantıya Alevileri temsilen Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı olan Turgut Öker katılıyordu. Aynı toplantıya çağrılı oldukları halde, katılmayanlar da vardı. Örneğin, DİTİB ve Cem Vakfı temsilcileri katılmadılar.

 

Bugün, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) “Onursal Başkanı” ünvanı taşıyan Turgut Öker, o toplantıda kurumunun görüşlerini açıklarken şöyle dedi: “Aleviliğin aslında Hz. Ali ile de alakası yoktur. Aleviler takiyye yapıyor. Sünni hegemonyasına karşı bu yola başvuruldu. Öyle olmasaydı Aleviler de Hz. Ali’nin yaptığını yapardı.”

 

Çeşitli kademelerde dile getirilen bu görüş ilk kez alenen ve hem de diğer İslam örgütleri temsilcilerinin önünde bir Alevi örgütünün başkanı tarafından söyleniyordu. Böylece, Alevilerin takiyye yaptığı da bir anlamda resmi görüş haline dönüşüyordu.

 

Peki, gerçek böyle miydi? Aleviler mal ve can güvenliği kaygısı ile kendilerini inanmadıkları bir dine mensup olarak mı gösteriyorlar?

 

TAKİYYE NEDİR?

İsterseniz, Alevilerin takiyye yapıp yapmadığı konusuna eğilmeden önce, takiyye nedir, ona bakalım.

 

Türk Dil Kurumu’na göre takiyye (onlar ısrarla takiye yazıyor, ama Arapçasını yazarken takiyye yazıyorlar) 3 anlama sahip. 1) Mezhep belirtmeme, gizleme, 2) Olduğundan farklı görünme ve 3) Sakınma, çekinme.

 

İslamî mezhepler tarihi uzmanı Prof. Dr. Cemil Hakyemez ise “Şiî Takiyye İnancının Teşekkülü” (2004) adlı makalesinde şöyle diyor: “takiyye, korumak, düzene koymak, saklamak, ihtiyat tedbiri almak gibi anlamlara gelir. Istılahta ise, kişinin can, mal, ırz, namus gibi her türlü kutsal değerlerini açık veya muhtemel tehlikelerden koruması amacıyla gerçek inancını gizlemesidir.”

 

İslâm’da takiyye konusu geçince, bunun dayandırıldığı hikâyeyi çoğumuz biliyoruz: Ebu Cehil olarak İslâm tarihine geçmiş olan Amr Bin Hişam’ın Müslümanlığı kabul edenlere karşı başvurduğu şiddetin sınırı yoktu. Nitekim, önce Ammar İbn Yasir’in babası Yasir ile annesi Sümeyye’yi Muhammed Bin Abdullah taraftarı oldukları için akıl almaz işkencelerle katletti. İbn Yasir ise, işkence ve ölüm korkusu ile kendisinden istenileni yapar. Kurtulduktan sonra ise, Muhammed’e ağlayarak olanları anlatır: “Ey Allah’ın Resûlu, ben senin hakkında kötü konuşmadan ve ilâhlarını övmeden beni bırakmadılar.” Hz. Muhammed ise, eğer o an kalbi iman ile dolu ise, söylediklerinin bağışlanacağını bildirir.  Takiyye savunucuları görüşlerini bu olaya dayandırırlar.

 

Fakat, bu meşhur hikâyeye rağmen İslâm dünyasında takiyyenin meşru ve olağan bir davranış biçimi olduğu konusunda bir görüş birliği yoktur. Geçici olarak başvurulabilecek bir yöntem olmakla birlikte, sadece “kâfirlerin eline düşen bir Müslüman’ın canını kurtarmak için, ânlık olarak takiyye yapabileceği” genel kabul görmüştür.

 

Buna karşılık, İslâm modernizminin düşünce önderlerinden Prof. Dr. Fazlur Rahman, ‘İslâm’ (1993) adlı eserinde konuya farklı bir yorum getirir: “… takiyye, Şiîliğin ana ilkesi hâline geldi ve yalnız hayatın doğrudan doğruya ve açıkça tehlikeli olduğu zamanlarda değil, genel olarak düşmanca tutumun görüldüğü her yerde uygulandı. Takiyye’ye sadece izin verilmekle yetinilmedi: o, yerine getirilmesi gereken bir ana görev olarak benimsendi.”

 

Mezhepler tarihi yorumlarında Sünni görüşlerin savunuculuğunu yaptığını gizlemeyen Hakyemez’e göre de “Hz. Ali’nin imametinin amelî yönünü Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a bırakması, onlara karşı herhangi bir faaliyette bulunmaması, kendilerine biat edip arkalarında namaz kılmasını meşrulaştırma sıkıntısı (ve) yine Hz. Hasan’ın idareyi Muaviye’ye devredişi” gibi “sorunlar” Şiîlerin takiyyeyi meşrulaştırma ve mezheplerinin genel bir davranış/yaşayış unsuruna dönüştürmelerinde rol oynamıştır.

 

ALEVİLER TAKİYYE YAPAR MI?

İki büyük İslâm mezhebinin de takiyye konusunda yaklaşımı konusunda bilgilendik. Ancak, tüm bunlara rağmen, Aleviler konuya nasıl bakıyor, sorusu ortada duruyor. AABK Onursal Başkanı Turgut Öker’in iddia ettiği gibi, Aleviler takiyye mi yapıyor?

 

Alevilerin gerçek tutumunu aktarmadan önce, şunu belirtmek gerekir ki, Öker’in iddiası kendi içinde tutarsız, dayanaktan yoksun bir açıklama. Çünkü, her şeyden önce iddianın sahibinin şu çelişkiyi açıklaması gerekir: Eğer, Aleviler takiyye yapıyor, yapmak zorunda kalıyorsa, neden Sünni çoğunluk içinde kendilerini gizlemiyorlar, ama tam tersine Sünni ulema tarafından tarihin hemen her döneminde tekfirleştirilen bir topluluk olarak yaşama tutunuyorlar?

 

Eğer, mesele can ve mal güvenliği ise, bunun koşullarını en iyi sağlamanın yolu, kendilerini Sünni göstermekten geçer. Nitekim, Yahudilikten İslâm’a geçen Sabetay Sevi taraftarları ihtida ederken kendilerini Sünni olarak gösterdiler. Tarih boyunca da, takiyye yapanlar, hep kendilerini egemen inancın içerisine entegre etmişlerdir. “Sünni hegemonyasına” karşı takiyye yapmanın yolu Hz. Ali’yi savunmak olamaz. Dolayısıyla, takiyye yapan toplumsal bir grubun egemen inancın karşısında muhalefet yapması akıl ve mantığa aykırı bir iddiadır.

 

ÖL İKRAR VERME, ÖL İKRARINDAN DÖNME!

İkrar, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, “saklamayıp doğruca söyleme, açıkça söyleme. Bildirme. Benimseme, onama, kabul, tasdik etme.” olarak açıklanıyor.

 

Serçeşme’yi temsilen Hünkâr Hacı Bektaş Velî Vakfı’na bağlı Erkânları İnceleme ve Derleme Komisyonu tarafından 2016 yılında yayınlanan ‘İkrar Erkânı ve Nikâh Erkânı” adlı çalışmaya göre, “Alevi-Bektaşi yolunda, sadece Alevi ana-babadan doğmakla Alevi olunmaz. Ancak ikrar vererek Alevi-Bektaşi-Kızılbaş olunur.”

 

Yine aynı çalışmanın belirttiğine göre, ikrar ceminde kişiler, Dede/Baba/Ana ve tüm canların huzurunda edebe, erkâna ve yol kurallarına uyacaklarına söz verirler. İkrar verecek kişilere Dede/Baba/Ana’nın uyarısı şöyledir:

 

“Gerçeğe Hû! Sırrı Hakikat Erenleri!

Bu yol; gelme-gelme, dönme-dönme kapısıdır.

Gelenin malı, dönenin canı gider.

Öl ikrar verme, öl ikrarından dönme!

Bu yol; kıldan ince, kılıçtan keskince,

Ateşten gömlek, demirden leblebi,

Giyebilirseniz, yiyebilirseniz gelin beri.

Gidin, düşünün, konuşun, öyle gelin!”

 

İkrar vermek üzere huzurda olan kişi de “Hû, eyvallah!” diyerek bu şartları kabul ettiğini bildirir.

 

Alevi ritüelinin en temel ilkesinden haberli olmayan Turgut Öker’in ikrar cemine katılıp ikrar vermediği anlaşılabilir. Ama, “Öl ikrar verme, öl ikrarından dönme” diyerek ikrar veren Aleviler adına ahkâm kesip, “Aleviler takiyye yapıyor” demesi anlaşılamaz.

 

Anlaşılamayacak bir diğer husus da, Öker’in bu uydurmasına karşı yöneticisi olduğu kurumun içerisinden kimsenin itiraz etmemiş olmasıdır. Halbuki, orada ikrar cemi nedir bilen pek çok dede var.

 

Alevi kültürü bir direniş kültürüdür. Alevilerin inançlarını, geleneklerini ve kültürlerini bugünlere aktarabilmiş olmaları yalnız ve yalnız olağanüstü bir inat, sebat ve dirençle açıklanabilir. Yüzyılların ötesinden azınlık olarak yaşayıp inancını ve kültürünü dosdoğru yaşatabilmiş dünyada çok az örnek bulabiliriz, ama en başa Alevileri yazmak konusunda kimse itiraz edemez.

 

Alevilerin şunu göz önünde bulundurması gerekiyor: “Eline, diline, beline sahip ol” diyen Hünkâr Hacı Bektaş Velî;

 

Biz olduğumuz gibiyiz ve öyle de olacağız,

İki âlemde bu gün de yarın da.

 

Dosttan gayrı dost aramak

Fesâd-ı muhabbet ve butlân-ı mârifettir.

(Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Kitab-ül Fevaid)

 

Taliplerine takiyye değil, dosdoğru olduğu gibi görünmeyi öğütlüyor.

 

Nitekim, Aleviliğin Anadolu topraklarında yeşermeye başladığı 13. Yüzyıldan bugüne kadar hiçbir yol önderi, hiçbir ozanın takiyye yapmayı meşrulaştırmaya yönelik tek bir dizesi, tek bir cümlesi dahi yoktur.

 

Ama,

 

Kadılar müftüler fetva yazarsa,

İşte kemend, işte boynum asarsa,

İşte hançer, işte kellem keserse,

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan!

 

Diyen Pîr Sultan Abdal ile gönülleri pişmiş Aleviler var.

 

Ben dertliyim derdim vardır yüz bin dermana vermezem

Gece gündüz ah ü zarım kevn ti mekâna vermezem

 

Diyen Seyid Nizamoğlu ile birleşen Bektaşiler var.

 

Mürşide varmağa talib olursan

İhtida insandan rehber isterler

Verdiğin ikrara doğru gelirsen

Aht ile peymandan rehber isterler

 

Diyen Teslim Abdal ile Yol’undan sapmayan Kızılbaşlar var.

 

Ama, takiyye yok!

 

Bu durumda, Alevilerde takiyye vardır, diyerek hangi siyasi manevranın parçası olduğunu açıklamak Öker’e düşer.

 

Açıklayabileceğini sanmıyoruz, ama yine de biz sözü ortaya koyalım.

 

 

Ali Rıza Özkan

 

 

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz