Darbelerin kısa tarihi (1) / Vahap Erdoğdu
İnsanlar, şu yada bu sınıfın çıkarlarını gizlemeye yönelik etik, dinsel, siyasal ve toplumsal söylem ve vaadlerin nedenlerini aramayı öğrenmedikleri sürece, siyasetteki aldanma ve aldatmaların ahmakça kurbanı olmaya devam edeceklerdir.
(Lenin)
Sosyal bilimlerle, doğa bilimleri arasındaki en belirgin ayırım, birincisinde, önce uygulama, ardından teorisi oluşturulur, ikincisinde önce teori oluşturulur, o teorinin geçerliği uygulamayla doğrulanır. Bu olgu, yaşadığımız coğrafyada çok önemlidir. O nedenle, geçerliği yaşanmışlıkla kanıtlanmış olan toplumsal olgulara yönelmek doğru olandır.
Tarih, insanoğlunun yaşadığı serüvenin silinmez, toplumsal hafızasıdır. Zaman tüneli içinde bu toplumsal hafızanın derinliklerine dalınca, biribirine ulanan olayların dizilişi süreğen bir yakınlığı birlikte getirdiği görülür. Olmuş olanalar olmakta olanları, olmakta olanlar, olacak olanları etkiler. Toplumsal ilkeler, kurumlar, toplumsal kurallar ve toplumsal yasalar böyle oluşur.
1071 Malazgirt zaferi, haçlı savaşlarını tetikledi. İlk Haçlı seferi 1095’te başladı ve 200 yıl sürdü. Şişlere geçirilip kebap yapılan müslüman çocuklarının etleri “baharatlı sülün etinden daha lezzetli”ydi[1].
ÇOCUK HAÇLILAR
1212 ‘de Avrupa’nın değişik ülkelerinde 100 bin çocuğun katıldığı Haçlı seferi tarihin en trajik olaylarından biridir.
12 yaşında Stefen adındaki bir Fransız köylü çocuğu, İsa’nın kendisini Filistini Müslümanlardan kurtarmakla görevlendirdiğini söylüyordu. On binlerce yoksul çocuk açlık, hastalık demeden Stefen’in peşinde, Marsilya limanına geldiler. Tanrının Akdenizi yaracağına ve yürüyerek Filistine ulaşacaklarına inanıyorlardı. Deniz yarılmadı, Marsilya’lı köle tüccarları bunları gemilere doldurarak Araplara köle olarak sattı. Aynı yıl Almanlardan oluşan on binlerce çocuk, Köln’lü çocuk Nicholas’nın arkasından İtalya’ya kadar ulaşabildiler. Çoğu açlık ve bitkinlikten öldü, kızlar Roma genelevlerini doldurdu[2].
EMANULLAH HAN
Yıl 1919. Yer Afganistan. Emanullah Han, amcası Nasurullah’ı tahttan indirerek, yönetimi ele geçirdi. İçeride dışarda İngilizlerden bağımsız bir politika izlemeye başladı. Daha da önemlisi, Mustafa Kemal hareketine büyük bir hayranlık duyuyordu. Türkmen, Tacik, Kırgız, Peştun ve Beluci aşiretlerden oluşan çeşitli etnik kabileleri birleştirip bir “Afgan Ulusu” oluşturmaya girişti. Yetişkinlere ve kadınlara oy hakkı tanıyan bir anayasa yaptı (1923). Eşi Kraliçe Süreyya, peçesini atarak Afgan kadınının özgürlük savaşımının önüne geçti. Peçe yasaklandı, devlet görevlilerinin birden fazla kadınla evlenmeleri önlendi. Kabil’de kız ve erkek çocukların birarada eğitim gördüğü, karma okullar açıldı.
Bu gelişmeler İngilizleri rahatsız etti. Yeni Delhi elçiliğine danışman olarak atanan ünlü casus Lawrence, sırtına bir cübbe, başına bir sarık geçirdi. Bavuluna doldurduğu altınlarla, Kerim Şah adında “derin bir Arap din alimi” kimliğiyle, Afganistan’a geçti. Yanında Kraliçe Süreyya’nın montajla soyundurduğu çıplak fotoğrafları da vardı. Aşiret reisleri ve din adamlarının ellerine altın keseleriyle birlikte bu fotoğrafları da sıkıştırıyordu. Din adamları ve aşiretler ayaklandılar. Kralı devirdiler. Kabil’i elegeçiren Bakayi Sakao adındaki bir eşkıya, dokuz ay süren Kabil’deki yönetiminde, eşi görülmedik terör örnekleri sergiledi.
ABD kendi yerlilerine“yurttaşlık hakkını” 1924 yılında vermişti.
HİTLER
Yıl 1933. Yer Almanya. Hitler, Şansölye olarak yemin edeli dört hafta (30 Ocak 1933) olmuştu. (Parlamento binası) Riechstag (27 Şubat 1933) yakıldı. Yangını Hitlerin akşam yemeği sofrasında Göring de seyrediyordu. Hollandalı bir tuğla işçisi olan Van der Lubbe ile Dimitrov, iki Bulgar arkadaşı ve Ernst Togler (Alman komünist) yakalanmıştı. Mahkeme sonucunda, dördü serbest bırakılırken, Van der Lubbe idam cezası aldı, kafası kesilerek idam edildi (1934).
Dimitrov, mahkemede Riechstag’dan Başbakanlık konutuna gizli bir tünel olduğunu söyleyecekti. Yıllar sonra Göring, yangını kendisinin tertiplediğini itiraf etmişti.
Hitler’in partisi oy kaybediyordu. Bir önceki seçimde yüzde 37 olan oy oranı, son seçimde yüzde 32’ye düşmüştü. En büyük rakibi, Alman Komünist Partisi, seçimlerde yüzde 17 oy almıştı, üstelik oylarını artırıyordu. Birkaç gün sonra yapılacak seçimlerde (5 Mart 1933) bütün yetkileri elinde toparlayabilmek için, üçte iki çoğunluk gerekiyordu. Yangın Hitler için büyük bir fırsat oldu, “Bu tanrının bir işaretidir! Acımak yok, önümüze çıkanı ezeceğiz!” diye kükredi.
Çıkarılan Riechstag Yangın Kararnamesi temel hakların askıya alınması ve mahkeme olmaksızın, tutuklama yetkisi sağlanmıştı. 28 Şubatta, 4000 komünist ve kimi sosyal demokratları tutuklattı. Göring bunların kurşuna dizilmesini istiyordu. Polis şefi emri uygulamadı.
Hitler’e programını soran gazeteciere verdiği yanıt, programın önemli olmadığı, önemli olanın iktidar olduğu yanıtını vermişt.
Mart seçimlerinde Hitler, oylarını yüzde 43’e çıkarabildi. Komünistlerin oyları, yüzde 12’ye düştü. Von Papen’in Katolik Partisinin desteğiyle iktidar olabildi. Karşılığı Papen’in Türkiye büyükelçiliği ataması olacaktı. Yandaşlar bekliyordu. Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan faşist yöneticilerin iktidarı altındaydı. Türkiye’de M. Kemalin direnciyle karşılaştı. M. Kemal ölünce, atama gerçekleşebildi.
Nazizim varlığını ancak 12 yıl sürdürebildi.
Son Alman askerinin Stalingrad’da teslim olmasından on beş ay sonra Normandiya çıkarması yapıldı. O tarihte tek bir Amerikan, İngiliz birliği Avrupa toprağında yoktu. Savaşı nüfusunun yüzde ondördünü (27 milyon) kaybeden Sovyetler Birliği kazanmış, 7.5 milyonu kaybeden Almanya yenilmişti. İngiltere’nin kaybı 450 bin, ABD’nin kaybı ise 418 bindi. Zafer naraları atanlar ise Amerikan ve İngiliz generalleri olmuştu!
ABD, 1600 bilim adamı ve teknisyeni Almanya’dan alıp ülkesine aktardı. 121 milyar dolar değerinde patent ve sanayi işlemini ABD’ye taşıdı. Üç roket uzman grubunu götürdü. Bunlar arasında, V-2 roketlerinin yaratıcısı Von Braun da vardı. Braun V-2 projesini 60 bin esiri günyüzüne çıkarmadan, toprak altında çalıştırarak gerçekleştirdi. ABD’de Satürn-V füzelerinin yaratıcısı da Von Braun oldu.
Savaş, Nazi devlet yapısını dağıtmıştı ama o yapıyı oluşturan organlar, paylaşımın iştahlı mirasçıları oldular. CIA, Gestapo’nun kanlı mirasını bütünüyle devraldı ve günümüze kadar o yöntemleri kullandı.
Bir okadar önemli olan ise, ABD’nin günümüze kadar uzanan Avrasya politikalarını yönlendiren Nazi Almanyasının gizli servis sistemini olduğu gibi devralması olmuştu. New York Times “ABD casusluk örgütünün soğuk savaş sırasında 1000 nazi casusu kullandığını” yazmıştı[3]. Alman nazi haberalma örgütünün başında bulunan Reinhard Gehlen, Nürenberg mahkemelerinden kaçırılarak ABD’ye götürüldü. Reinhard, Sovyetler’e karşı eski örgütünü orada yeniden canlandırdı.
İRAN VE MUSADDIK
Tarih, 1952 Ağustos. Yer İran. İran’da Musaddık’ın Ulusal Cephesi seçimi kazanıp iktidara gelişiyle, İngilizlerin elinde olan petrolü ulusallaştırmak gibi büyük bir günah işledi! İngilizlerin uluslararası çabaları sonuçsuz kalınca, MI6 ve CIA devreye giriyor. CIA’nın Ortadoğu şefi, Theodor Roosvelt’in torunu, Kermit Roosevelt, bavuluna doldurduğu dolarlarla gizlice İran’a geçti, işadamı-tüccar kimliğiyle Tarhan’da bir villaya yerleşti.
İngiliz MI6 tarafından, subaylar, basın, politikacı, mollalar ve yeraltı dünyasından, İran’lı eski nazi ve faşitlerden olan bir ekip oluşturuldu. 2. Dünya Savaşında nazi yandaşı bir hükümet kurma girişiminden ötürü İngilizler tarafından hapse atılmış olan genral Zahidi, ekibin başına konmuştu. Yanında, Goebbels’in yetiştirdiği, nazi yönetimi sırasında Berlin radyosu farsça yayınların başında bulunmuş olan, darbeden sonra basın-yayın ve propaganda işlerinin başına geçirilecek olan Behram Şahrok ve nazi faaliyetlerinden ötürü hapis yatan, darbe sonrası Petrol Sanayi Genel Sekreterliği, Senato Başkanlığı ve Başbakanlığa getirilen Şerif İmami katılmıştı.
Bu ekip aylık maaşa bağlandı. Emekli General Zahidi’nin cebine de yüz bin dolar kondu.
Bunlar her gün sokakta Musaddık aleyhine gösteriler düzenliyor, Şah’ın Musddık’ı azledip yerine Zahidi’yi atadığı yolunda haberler çıkarıyorlardı.
CIA merkezinde Richard Cottam tarafından imal edilen haberler, ertesi gün beşte dördünü ele geçirdikleri Tarhan gazetelerinde yayımlanıyordu. Cottam, Musaddık’ı “komünist işbirlikçisi bir fanatik” olarak tanıtmayı hedeflemişti[4].
Camilerde ve sokaklarda Musaddık’ı karalama kampanyası sürdürülecek, Şah yanlısı subaylar bir bildiri ile Musaddık’ı azledecekler, sokak çeteleri sokakları ele geçirecek, ardından da Zahidi ortaya çıkacak, Şah’ın başbakanlık teklifini kabul edecektir.
Sokak gösterileri yoğunlaştırıldı, basında Musaddık karşıtı kampanya şiddetlendirildi. İran Komünist Partisi (TUDEH) adı kullanılarak yayınlanan bildiri ve broşürlerle Musaddık’a karşı çıkan ya da çıkacak olan mollalar tehdit ediliyor, önde gelen mollalar ve seçkin kişilere TUDEH imzalı mektup yada telefonla ölüm mesajları iletiliyordu. TUDEH imzası taşıyan bu korku verici tehditlerin tertipçisi, Amerikalılardan para alan Ayetullah Behbehani’den başkası değildi[5]. Birkaç mollanın evlerinin önünde ses bombaları patlatıldı. Sokaklarda dehşet saçan çeteler, TUDEH’in adını kullanıyorlardı.
Musaddık’a büyük bir kitlesel taban sağlayan Ulusal Cephe, genç Humeyni ve birkaç yandaşı dışında, bütün mollaların desteğini sağlamıştı. Musaddık destekçilerinin başında Ayetullah Kaşani bulunuyordu. Kaşani’in İran’da büyük saygınlığı vardı. Babası 1. Dünya Savaşında İngilizlere karşı savaşırken ölmüş, kendisi de. 2. Dünya Savaşında İngilizlere karşı savaşmış, İngilizler tarafından esir kampında tutulmuştu.
Kaşani Meclis Başkanı seçilince, İngiliz ve Amerikalılar onunla bağlantı kurmanın yollarını aradı. ABD, ünlü diplomatı Harriman’ıKaşani ile görüşmeye yollamış ve Kaşani’nin evinde buluşma gerçekleşmişti. Bu buluşmanın ardından, “İslamcı” Kaşani, yollarını “laik” Musaddık’tan ayırdı.
Kaşani, 1945’te kurulan İslam Fedaileri adlı silahlı örgütün destekçisiydi. Örgüt 1949’da Şah’a karşı başarısız bir suikast düzenlemiş, 1951’de adalet bakanı Abdul Hüseyin Hacir’i, (1961’de başbakan General Razmara’yı) öldürdü.
Darbeciler Musaddık ve arkasındaki Ulusal Cephe’ye karşı güç gösterecek tertiplere giriştiler. Dışişleri Bakanı Fatemi ya da Genel Kurmay Başkanı Riyahi’yi kaçırma planı yaptılar. Bu kişiler iyi korundukları için, Tarhan polis şefi General Mahmut Afşartus’a yöneldiler. Onu tanıyan tertipçilerden biri Generali evine çağırdı. Eve gelen General kaçırılarak öldürüldü. Halk ayaklandı, Şah İran’dan kaçtı.
Darbenin ikinci evresi başlamıştı.
Şah adına düzenlenen ferman çoğaltılarak ajanlara dağıtıldı. Ertesi gün çıkacak gazetelerin manşetleri hazırlandı. Şahın yerine geçmek isteyen Musaddık’ı yurtsever subaylar önlemişti!
Roosevelt, ABD ataşesi General Robert McClure’den darbeye katılmak için birkaç askeri birlik ayarlamasını istedi. Generalin pek çok subay tanıdığı vardı. Önce Genel Kurmay Başkanına gitti. Onu Tarhan’dan uzaklaştırmak istiyordu. Birlikte birkaç günlüğüne balığa çıkmalarını önerdi. Önerinin reddedilmesi üzerine sesini yükselterek, Şaha bağlı kalması gerektiği uyarısında bulundu. Ataşeye kapı gösterildi.
Eli boş dönen general, Tarhan’daki küçük karakolları dolaştı. İki küçük birliğin komutanını para karşılığı yanına çekebildi.
CIA’nın Amerika’da eğitilmiş iki adamı, Celil ve Keyvani sokakta kargaşa yaratmak için görevlendirildi. Ceplerine 50’şer bin dolar konana bu iki ajan, kenar mahallelerde topladıkları lümpen takımını, Musaddık ve komünizm lehine sloganlar attırarak Tarhan merkezine yönlendirdiler. Yol boyunca vitrinler kırılıyor, camilere ateş açılıyor, sokakta geçenler dövülüyordu. Olup bitenlerden habersiz Musaddık ve TUDEH taraftarları da bu kalabalığa karışıyordu. Parlamento Alanına ulaştıklarında, kalabalık on binleri bulmuştu. Meydandaki Şah heykeli yıkıldı. Polise kalabalığa müdahale edilmemesi emrini Musaddık vermişti.
Ertesi gün göstericiler dükkanları yağmalamaya başladı. ABD büyükelçisi Musaddık’ı ziyaretinde, arabalarının farlarının kırıldığı, lastiklerinin indirildiğini, çizildiğini, evlere telefon edilerek çocuk yetişkin ayırmaksızın, küfür ve tehdit edildiklerini, ABD’nin yurttaşlarını geri çağırabileceğini söyledi. Musaddık üzgün ve mahçup bir tavırla polis şefini arayarak, gösterilere son verilmesini istedi.
Amaca ulaşılmıştı. Sokak gösterilerin yasaklanmasıyla, Musaddık en büyük desteğinden, halkın desteğinden yoksun bırakılmış oluyordu. Şimdi Musaddık karşıtı büyük bir gösterinin tam zamanıydı.
Mollalara, sokak kabadayılarına, aşiret reislerine paralar dağıtıldı. 19 Ağustos sabahı Roosvelt özel kurye ile Ayetullah Kaşani’ye 10 bin dolar göndermeyi de unutmadı[6].
Kumarbazlar, cambazlar, eski güreşçiler, genelev kadınları, işsiz güçsüz ayak takımları, köylerden devşirilen aşiret üyeleri, karnaval havasında kahveleri boşaltarak, sokaklara döküldüler. Musaddık yanlıları yasağa uyarak dışarı çıkmamışlardı. “Kahrolsun Musaddık, yaşasın şah!” sloganları ile hükümet binaları, Musaddık yanlısı gazeteler yağmalanıp, yakıp yıkıldıktan sonra, Albay Nasıri yönetimindeki birlik, Musaddık’ın evine yöneldi. Evi yağmalandı; yakıldı, kendisi kaçırılarak kurtarılmıştı.
“Halkın iradesiyle” Ulusal Cephe iktidarı devrilmişti. CIA’nın İran’daki darbesi beklenilenden de kolay olmuştu. Darbe akşamı, sokaklarda, ceplerinden 500 riyallik banknotlar çıkan 300 ölü toplanmıştı.
Zahidi başbakan oldu. Roosevelt’in iki adamı bakan olarak atandı. CIA Zahdi’nin emrine 5 milyon dolar, şahsına bir milyon dolar gönderdi. Şah geri döndü. Zahidi’nin oğlu Ardeşir, Şaha damat oldu.
Kenar mahallelerin kahvehane kabadayıları, Donuk Ramazan, Beyinsiz Şaban, Kabzımal Tayyip, Sarayın seçkin zevatı arasına katıldı.
Musaddık göz hapsine alındı. Muhammed’n soyundan gelen Dışişleri Bakanı Fatemi idam edildi.
Musaddık yanlısı subay ve öğrenci liderlerinden onlarcası idam edildi, Ulusal Cephe yasaklandı, liderleri tutuklandı.
Bu katliamlardan en büyük pay TUDEH’e düşmüştü. Resmi kayıtlara göre, 4121 parti militanı tutuklandı, kırk tanesi idam edildi, 14 kişi işkencede öldürüldü, 200 kişi ömür boyu hapse mahkum edildi. TUDEH yandaşı oldukları gerekçesiyle, 477 subayın, kimi öldürüldü, kimi işkence altında öldü, kimi ömür boyu hapse mahkum edildi.
İran petrolü uluslararası bir konsorsiyuma devredildi.
Albay Nasıri generalliğe yükseltilerek SAVAK’ın başına getirildi. Daha sonra Şah bile onu hapse atmak zorunda kaldı. Humeyni döneminde, hapisten çıkarılarak, kurşuna dizildi.
Churchill, l953 yılı Nobel Edebiyat ödülünü aldı. Roosevelt, göğsüne takılan “övünç madalayası” ile Gulf Oil’in başına geçti.
Maliyeti beş milyon dolar.
1979 Humeyni darbesinin en etkili destekçisi olan TUDEH, iktidarıyla birlikte yasaklandı, CIA’nın Humeyni’ye verdiği listeyle çoğu üyeleri öldürülecekti.
KORE ve MOON
İkinci Dünya savaşı sonunda Japonların kayıtsız şartsız teslim oluşuyla Kore halkı, özgürlüğüne inanmıştı. Halk 15 Ağustos 1945’te özgürlüğünü kutlarken, beri yandan da Kore Halk Cumhuriyetini oluşturmak için ülke ölçeğinde komiteler örgütlendi. 28 Ağustosta komitelerin seçtiği delegeler, 6 Eylülde toplanarak Seul’da Kore HalkCumhuriyetini ilan etti. Kore halkının üstünde bir başka irade vardı, Amerikan generalleri. O generaller, Kore’yi Japonya’nın kayıtsız şartsız teslim olmaları kapsamında görüyorlardı. Teslim koşullarına göre, Kore “ABD’nin düşmanıydı”.
Bağımsızlık ilanın hemen ertesi günü, 7 Eylül 1945’te Pasifik Kuvvetleri komutanı Douglas MacArthur, 38. Parelelin güneyini işgal edeceğini açıkladı. 8 Eylülde işgal başladı. Koreliler, işgalcilere karşı koymak için İnçon limanına doluştu. Öfkeli Korelilere karşı, deneyimli, atlı Japon polisi kullanılıyordu. Kısa sürede 72 bin kişilik bir askeri güç 38. paralelin güneyinde konuşlandı.
Güney Kore, 35 yıllık Japon işgalinden kurtuluş umudunu Amerikan işgaliyle sonlandırmış oluyordu. General MacArthur Japonya ve Kore’nin astığı astık tek diktatörüydü. Amerika bölgede kendi sömürge düzenini kurmuştu. Bölgeye özgün kırmızı dolarını dolaşıma sokmuş, ABD komutanlığına bağlı polis gücünü oluşturmuştu.
Moon tarikatı kurucusu Sun Myung Moon, mesihlik iddiası ile birlikte 1954 yılında Birleşik Kilise'yi kurmuş ve Kutsal İlke isimli bir kitap kaleme almıştır. Tarikatı, Hristiyanları bir kilisede birleştirme ve anti-komünist temellidir.
1948’de ABD işgal bölgesini Kore Cumhuriyeti olarak ilan etti. Başına da halkın çok büyük bir kesiminin boykot ettiği bir seçimle, İngilizce bilmesi ve Hristiyan olmasından başka bir özelliği olmayan 73 yaşındaki Syngman Rhee’yi getirdi. Kore halkı bu yeni yönetime karşı direndi. Bu direnişler acımasızca bastırıldı. Kore Cumhuriyeti cinayet, işkence, rüşvet ve yolsuzluk üzerinde yükseliyordu. Onu açıkça desteklemeyen “komünist”, “hain” kabul ediliyordu. Tarihe “Cheju katliamı” olarak geçecek olan 70 bin adalı, ABD subaylarının gözetminde, bir yıl içinde Syngman Rhee’ye bağlı paramiliter güçler tarafından öldürüldü.
Güney Kore Cumhuriyetinin ilanında üç hafta sonra, karşılık olarak, kuzeyde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti Kim-il Sung’un önderliğinde ilan edildi. Kore ikiye bölünmüştü.
Kim il sung 20 yaşında (1932) Japon işgaline karşı gerilla savaşı vermiş, 1945 yılında, kırk yıllık Japon işgalinden sonra, özgür bir Kore umuduyla, Pyongyang’a dönmüştü.
1950 sonbaharında, Kuzey Kore’den çekilirken General Mac Arthur.hava kuvvetlerine “her türden haberleşme araçları, kurulum, fabrika, kent, kasaba ve köylerin” yokedilmesi emrini vermişti.
Napalm bombalarının, Kore’de kullananların deyimiyle, insanları “patates çipsi” gibi kızarttığını, ardından “gövdelerini sarı irin akıtan, sert, siyah bir kabuk sarıyordu”.
Güney Kore’nin başında, 1945 Ekiminde Mac Arthur’un özel uçağıyla Seul’a indirilen, şaibeli geçmişiyle Syngman Rhee, ellerini Kore halkının kanından çekmeyen, Mac Arthur’un cellatlığını hakkıyla yerine getiriyordu. Rhee sola ve kendine muhalif olanları baskı, işkence ve cinayetlerle susturan, azılı bir anti-komünistti. Kendine rakip gördüğü başkan adayını bile öldürtmüştü.
Japon sömürgenlerinden kurtuluşunun tadına varmadan, Kore halkı, düşman ilan edilirken, kayıtsız şartsız ABD’ye teslim olan Japonya, ABD ile işbirliği içinde, yeniden Kore’nin işgalcileri olmuşlardı.
Kore savaşı sırasında, ABD 650 bin ton bomba atmıştı halkın üzerine. Bunun 43 bin tonu napalmdı. ABD’nin İkinci Dünya Savaşında 2 milyon ton bomba yağdırdığı düşünüldüğünde, dört milyon sivil Korelinin öldürülmüş olmasına şaşmamak gerekir.
Bu bombalamanın komutanı General CurtisLemay, “üç yıl boyunca nüfusun yüzde yirmisini öldürdük” diyecekti. Kuzey Kore nüfusunun üçte biri bu bombalarla öldürülmüştü.
Syngman Rhee, kendisine bağlı bir polis teşkilatı kurarak, özellikle de Kore CIA’sı (Kore Merkezi Haberalma Teşkilatı) aracılığıyla, çoğunluğu üniversiteli gençler ve aydınlardan oluşan muhaliflerine göz açtırmıyor, G. Kore’nin “kurtarıcı”sı kimliğiyle, savaşta bitkin düşmüş bir ülkenin kanını emiyordu. Resmi maaşının 37.5 dolar olduğunu ilan etmişti, ama döneminin yolsuzluk ve çürümüşlüğü, Güney Kore tarihinde benzersizdi. Yolsuzluk ve rüşvet, Güney Kore üst yönetiminin günümüze kadar taşıdığı bir gelenek haline gelmiştir.
Amerikan dışişlerinin, “güvenilmez, fesatçı” olarak nitelediği bu adam, Kore’nin Japonlara karşı bağımsızlık savaşının kahramanı Kim-il Sung, McArhur’un kararıyla öteye itilip, 1948’de oyların ( tabii ki sandıkta sayılan oyların) yüzde 92’sini alarak iktidara gelmişti. 1949’da en büyük siyasal rakibini öldürttü. Rhee itibarının düştüğü ve kaybedeceği düşünüldüğü sırada, 1952’de yapılan seçimle sandıktan çıkan oyların yüzde 74’ünü alarak, ikinci kez başkan seçildi. 15 Mart 1960 seçimlerinde, yüzde 90 oyla, 84 yaşında son kez seçildi. Rakibi seçimlerden çok kısa bir süre önce ölmüştü! Seçimlere hile karıştırıldığı yolundaki itirazlar kabul görmedi. Üniversite öğrencileri ayaklanmıştı, polis bir öğrenciyi öldürdü. 26 Nisanda istifa etmek zorunda kaldı. 28 Nisanda, CIA karı-kocayı Havai’ye uçurdu. Tam da o gün, üniversite öğrencisi Turan Emeksiz İstanbul Üniversitesi bahçesinde polis kurşunuyla öldürülmüştü.
Kore Amerikan yardımıyla ayakta duruyordu. SyngmanRhee, generalleriyle birlikte büyük yolsuzlukla içerisindeydi. Gelen askeri yardımları bile karaborsada satıyorlardı. Bu yolsuzluklar ve hırsızlıklar öylesine yaygınlaşmıştı ki, askeri birliklerdeki, topları, askeri araçları çalıp bir gecede başka şeylere dönüştürüyorlardı.
Türkiye DP iktidarı süresince BM Gücü örtüsü altında ABD’nin ardında en büyük askeri güç olarak Syngman Rhee ve çetesinin koruyuculuğunu yapmıştı.
TÜRKİYE'DE FETHULLAH KORE'DE MOON
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte, Avrupa din çılgınlığından milliyetçilik çılgınlığına evrildi. Gamalı Haçı bayrak yapan Hitler, Kavgam’da “yaratıcımız tanrının iradesine göre” hareket ettiği vurgulamasını anımsayalım. 21, yüzyılda milliyetçilik çılgınlığı, etnik ve mezhep çılgınlığına dönüş yaptı. Bugün bu çılgınlık, emperyalizmin demokrasi, özgürlük, liberalizm sularında kutsanıyor.
Bu çatışmaların, yeni koşullarda, belirli bir doğrultuda, “küreselleşen”yeni dünya düzeni doğrultusunda yönlendirilmesi gerekliydi. Huntington’un“uygarlıklar çatışması”, uygarlığın dine indirgenmesiydi. Bir başka anlatımla, dinler arasındaki “çatışmaydı” söylenen.
Dinin siyasallaşması, siyasetin dinselleşmesine evrildi ve birincide siyaseti din yönlendirirken, ikincide siyaset dini yönlendirir oldu, sonunda din kendi işlevinden de uzaklaşarak, dünyevi hayatın her yönünü biçimlendiren, maddi bir güce dönüştü.
Bu bağlamda, Üçüncü Dünya kaynaklı, yüzü Washington’a dönük, CIA güdümlü tarikatlar küresel boyutlar kazandı. Bu tarikatların toplantıları, her türden mezhep ve meşrepteki uluslararası siyaset oyuncularının, bilim (!) adamlarının, din adamlarının yan yana geldiği Babil kulesini andırıyordu. Bu kulede dünyaya düzen veriliyor, lider yağlanıp parlatılıyordu. Kuleye en az uğrayan dinin kendisiydi.
Bu tarikatların biri, ABD işgali altındaki Güney Kore’de uç vermeye başlamıştı. Tarikatın başındaki, onbir yaşında Hiristiyanlığı seçen, onbeş yaşında Kuzey Kore’de bir tepenin başında, İbarhim’den, Musa’dan, İsa’dan, Muhammet’ten, Buda’dan ve daha nice nebi ve ermişten aldığı mesajlarla hidayete eren 1920 doğumlu, Sun Myung Moon adında yoksul bir köylü çocuğuydu. Kuzey Kore’den Güney’e kaçırılarak “tanrının başını ağrıtan üç sorunu” çözmek üzere, 1954 yılında Seul’da, Dünya Hırıstıyanlığının Birleştirilmesi için Kutsal Ruh Birliğinin Birleşik Kilisesini kurdu ve buyruklarını yandaşlarına tebliğ etmeye başladı.
Birleşik Kilise (Unification Church) adıyla bu hareket birkaç yüzbin, belki de milyon dolayındaki yandaşlarıyla Hıristiyan dünyasında etkili bir tarikat haline geldi. Tarikat CIA’nın büyük desteğini görüyordu. Amaçlarını şu üç başlık altında sıralamıştı:
Bunlardan birincisi hırıstiyanlığı tek bir çatı altında birleştirmek.
İkincisi, komünizme ve tanrıtanımaz, Allahsızlara karşı amansız savaş vermek.
Üçüncüsü ise, üç semavi dinin bir araya getirilmesi görevini tamamlamak.
Buna kim karşı çıkabilirdi ki? Özellikle Kore’de ayağını sağlamlaştırmak isteyen ABD, kilisenin hirıstiyanlaştırdığı dini bütün, anti-komünist Korelilere büyük ihtiyaç duyuyordu. CIA ve Kore gizli servisinin desteği ile kısa sürede 300 bin kilise militanı yetiştirildi.
Kilise, katı bir disiplin ve kesin itaat yönetimi altında, kısa sürede gelirlerini katlayarak artırıyordu. İçeride ve dışarıda fabrikalar kuruldu. Fabrikada çalışanlar asgari ücretle ve uzun süreyle çalıştırılıyor, kalan zamanlarında da ürettikleri ürünleri sokaklarda satıyorlardı. Kurulan fabrikalar arasında silah, deniz ürünleri, oyuncak, ilaç fabrikaları vardı. Kore’de ilk silah fabrikası yeryüzüne ebedi barış düzenini getirecek olan Moon Tarikatı tarafından kurulmuştu.
Tarikat, imparatorluğunu sağlamlaştırmak için dünya ölçeğinde yoğun bir propaganda kampanyasına girişmişti. Esas olarak gençliğe ve üniversitelere yönelmişti. Ordu da silahlı bir güç olarak, tarikatın güdümünde olmalıydı. Parasal destek sağladıkları Üniversitelerde tarikatın ve Moon’un felsefesi(!) ve meziyetleri konusunda, konferansla, seminerler benzer toplantılar düzenleniyordu. Her dinden ve tarikattan insanların, daha da çok politikacıların bir araya getirildiği, lüks otel toplantılarından, Türkiye de nasibini aldı.
Seul’da kurduğu Segye Ilbo adlı gazete yanında, Tokyo’da Sekai Nippo, Washington’da Washington Times’ı kurdu.
Kilisede yapılan yolsuzluklar, “devlet içinde devlet” olma eğilimi, Kore yönetimini rahatsız etmesine karşın, ABD’nin ve CIA’nın desteği, Moon’u dokunulmaz kılıyordu. Ama ordu içerisindeki rahatsızlığın boyutları artınca, CIA onu Washington’da güven altına aldı.
1970’lerden sonra Amerika’yı karargah seçen Moon, Washington’da bir otel, bir üniversite kurmuştu. Cumhuriyetçileri destekleyen Moon, Nixon’la başlayarak, Regan’a, Bushlara seçimlerde büyük parasal destek sağlıyordu. Washington Times yanında, United Press International ve News World Communications adlı medya grubunu da kontrol eden tarikat, yirmi ülkede dört ayrı dilde yayın yapmaktadır.
ABD eski Savunma Bakan yardımcısı Richard Perle, FBI ve MOSSAD'ın paravan Yahudi örgütü Ayrımcılıkla Mücadele Birliği (Anti-Defamation League/ ADL) ile Moon Tarikatının buluşmasını organize edenler arasındaydı.
Kaynağı gizemli, büyük bir sermaye gücüne dayanan, Moon tarikatının hangi dine dayandığı bile muğlaktı. Moon’un kendisine göre, İsa’nın zamanında tamamlamadıklarını tamamlamak üzere ikinci kez geliyordu. Tanrının yeryüzündeki düzenini kuracaktı. Bunun için siyaset ile din biribirinden ayrılamazdı. Ama esas olarak Hıristiyan dünyasına yönlendirilmiş olduğu söylenebilir. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, Türkiye’de de misyoner faaliyeti sürdürmüştür. Tarikatın kutsadıkları arasında Türk siyasetçilerinin, din adamlarının olduğu da anımsanırken, Moon Tarikatı'nın Türkiye’de en etkili adamının Kasım Gülek olduğu vurgulanmalıdır.
Unutulmaması gereken bir başka benzerlik de, Kasım Gülek’in eşinin bütün varlığını Hocaefendi yolunda harcamış olmasıdır.{[7]
Kara para aklamak, küçük yaştaki kızlarla seks alemi düzenlemek, toplu halde seks partileri yapmak, vergi kaçakçılığı, rüşvet vb gibi skandallarla, dünyanın en zenginlerinin arasına giren bu adamın fazla afişe olmasından mıdır, nedendir, son
Ama, Moon hareketinden önce Güney Kore’de Hristiyanların oranı, yüzde üçken, bugün yüzde kırklara ulaşmıştır. G. Kore artık Hristiyan dünyasının bir parçasıdır.
Yada Sovyet sisteminin yıkılmasından sonra, anti-komünizm silahının işe yaramaz hale gelmesiyle pabucu dama atılan Moon tarikatı, taze kuvvet Fethullah Gülen’in bir buçuk milyarlık Müslüman dünyasını, Yahudi-Hıristiyan ittifakının peşine takması çabalarının ödülüdür belki de!
(sürecek)
NOTLAR:
[1] Dr. Abdullah Muhammed Sindi, “The Cannibalism and Bloodbaths of The Crusades”.
[2] Walter Buehr, The Crusaders (New York: G.P. Putnam's Sons, 1959), pp. 55-56. Aktaran, Muhammed Sindi, agm.
[3] New York Times, 27 Ekim 2014.
[4] StephenKinzer, All the Şah’s Men, s.151.
[5] Kinzer s.159.
[6] Christopher de Bellaigue, In the Rose Gatden of the Martyrs, s.173.
[7] Gülek’in eşinin yakın akrabası olan Ayşe Kulin, Adı Aylin adlı romanında bu karmaşık ilişkilere değinirken, Zaman Gazetesinin matbaasının onun maddi katkılarıyla nasıl yenilendiğini de anlatmaktadır.
Vahap Erdoğdu
SOLİTİRAZ.COM